sekerci03 - genel bilgiler

Ana Sayfa
iletisim
saat
tasarim 1
tasarim 3
tasarim 4
Yeni sayfanın saat
button
webmaster marquee
3d mekanlar
üst menü
button gif
menü1
sondakika haberler
Yeni sayfanın başlığı99
resimi dalgalandirma
yeni sayfa
k.kerim oku
seker hastaligi diyabet
Yeni sayfanın başlığıpopo
dogum iki
dogum
Kulak sagligi
genel bilgiler
gögüs hastaliklari
gögüs hastaliklari2
idrar yollari hastaligi
kalp hastaligi
solunum sistemi1
solunum sistemi 2
1111
menü saglik
Yeni ee
cerceve renkli örnek kod
yorum kodu
script
Dinin kaynagi
örnek scroller
eshabi kiram kimdir
scroller kodu
hz.ebu bekir siddik
Hz ömer
Hz.osman
Hz ali bin ebu talip
islamda sahabeler
sayfayi yazdirma butonu
Yeni sayfanındeneme
slayt resim codu
kücük resmi büyük acma
benim sayfa1
Yeni dünya saatleri
renk kodlari
kod komutlari
Ziyaretçi defteri
yeni sayfa olacak
yeni sayfa yapimi
Yeni 777
yani olacak
09o90
reklam
Yeni sayfanın başlığı
Yeni sayfanın başlığı1
Apple
Apple.Denis
Yeni sayfanın başlığı5
Yeni sayfanın başlığı6



 

DNA

Kalıtımda rol oynayan bir molekül. Hücrenin protein ve enzim sentez etmesinde vazife alır. Ayrıca yeni bir hücrenin meydana gelmesi için gerekli olan elemanları taşıdığından hücre bölünmesinin esas elemanıdır. İlk defa A.F. MIESCWER adlı bir araştırıcı 19. yüzyılın sonlarında hücre çekirdeğini incelerken bu maddeleri fark etmiştir. Ökaryotik hücrelerde DNA, başlıca çekirdekte bulunmakla beraber az olarak mitokondri ve kloroplastlarda da vardır. Hücre çekirdeğinde bulunan kromatin, DNA ve buna bağlı proteinlere den yapılmıştır. 1953 senesinde Watson ve Crick adlı araştırıcılar, hazırladıkları modeller üzerinde DNA yapısını açıklamaya çalışmışlardır. Buna göre: DNA teorik olarak ölçülemeyecek uzunlukta ve birbirine sarmal olarak dolanmış yan yana iki molekül zinciridir. Bu, hayali bir eksene sarılı bir ip merdivenine benzetilebilir. Merdivenin kenarları bir şeker molekülü (deoksiriboz) ile fosforlu bir molekülden meydana gelir, Merdiven basamaklarının arasında, gevşek bir hidrojen bağıyla birbirine bağlı pürin ve pirimidin denilen iki azotlu baz bulunur. Bu basamaklar merdivenin kenarındaki şeker moleküllerine bağlıdır. DNA’daki azotlu bazlar ikişer tanedir. Pürin bazları adenin ve guanin; pirimidin bazları ise sitozin ve timindir. Bunların molekül durumları öyledir ki bir adenin ancak bir timinle ve bir sitozin ancak bir guaninle birleşebilir. Bunlar pratikte baş harfleri ile gösterilir. Bu duruma göre her kademede ancak 4 çift baz teşekkül edebilir. AT, TA, GS, SG. Bir baz çifti yapısı itibariyle yakınındaki baz çiftlerini etkilemez. Bu azotlu baz-şeker-fosfat topluluğuna “nükleotid” denir. Nükleotidler taşıdıkları azotlu bazlara göre adlandırılırlar; adenin nükleotid, guanin nüldeotid, timin nükleotid, sitozin nükleotid. Bu DNA molekülünü yapan nükleotidlerin belirli bir sıra ve düzenle dizilmeleriyle molekül boyunca gen blokları oluşur. Sadece şeker ve bazdan oluşan birleşime ise “nükleosid” denir. DNA molekülündeki sarmallık sağa doğrudur ve her on çift nükleotidde tam bir tur tamamlar. DNA genetik bilgi deposudur. Mikroskopla bile görülemeyen bu sayılamayacak kadar bilgiler, gayet muntazam olarak yerleştirilmiştir. İnsan vücudunun planını içinde taşıyan bu muhteşem yapı, kendisini inceleyen ilim adamlarını hayretler içinde bırakmakta ve DNA’dan bahseden ilmi eserlerin pek çoğunda bunu yaratanın azamet ve büyüklüğü dile getirilmektedir. DNA’nın iki görevi vardır. Birincisi; hücre bölünmesinin hazırlıkları sırasında kendi kopyasını yapmasıdır. Kromozomların ikiye bölünmesi sırasında DNA molekülü kendisinin bir kopyasını yapar, buna “replikasyon” veya “duplikasyon” denir. Bu olay, yavru kromozomda aynı kısımlarının bulunabilmesi için gereklidir. İkinci görevi; kendinde toplanmış olan bilgiyi RNA’ya (Ribonükleik asit) vermesidir. Bu işleme “transkripsiyon” denir. Transkripsiyonun esası DNA kalıbı üzerinden RNA’nın direkt olarak sentezlenmesidir. Böylece DNA’daki bilgi RNA’ya aktarılmış olur. RNA’daki toplanan bilgi tercüme edilerek, protein, enzim veya diğer maddelerin sentezinde kullanılır. Bazı sebeplerden dolayı DNA’daki gerilerde yapı değişiklikleri görülebilmektedir. Bu değişmeler yavru hücrelere de aynen geçer. Bu durum bazen kansere sebep olabilmektedir.
 

Diz Kapağı

Vücudumuzdaki en büyük mafsal. Baldır kemiği (tibia) ve uyluk kemiği (femur) arasında yer alır. Bu mafsalın iç ve dış yan bağları çok sağlam olduğundan, çıkıkları çok az görülür, fakat diğer rahatsızlıklarına (Romatizmal hastalıklar, menisküs, mashal iltihabı) sık rastlanır. Bunun da sebebi, mafsal boşluğunun fazlaca girintili çıkıntılı ve mafsal yüzeylerinin geniş olması, mafsalın dıştan korunmasının azlığıdır. Uyluk ve baldır kemikleri arasında yer alan bu mafsalın ön yüzü, dizkapağı kemiği (patella) ile temastadır. Bu üç kemiğin mafsal yüzleri kalın bir hyalin kıkırdak doku ile döşelidir. Bunun sebebi, mafsal yüzeylerinin ağır mekanik tesirler altında bulunmasıdır. Baldır ve uyluk kemiklerinin birbirine daha iyi uymasını sağlayan ve hareket esnasında değişen durumlara göre mafsal yüzeyleri arasındaki ilişkiyi ayarlayan iki tane menisküs vardır. Bu menisküsler sert kıkırdak dokusundan yapılmıştır. Menisküsler, mafsalın ağırlıktan zarar görmemesi için amortisör vazifesi görürler.  Menisküsler ameliyat ile çıkarılılarsa, mafsal hareketinde pek büyük bir noksanlık görülmez. Sadece merdiven ve yokuş çıkarken bacağın gerilme hareketi zorlaşır. Diz mafsalının bir kapsülü ve bu kapsülü dıştan kuvvetlendiren ön, yan, arka bağlar, ayrıca eklem içi bağlar da vardır. Diz mafsalı çevresinde “bursae” ismi verilen içi su dolu kesecikler de vardır ki bunlar mafsalın hareketleri sırasında mafsal bağlarının kemik üzerine yapacağı tazyik ve sürtünmeyi azaltır. Diz mafsallarının vazifesi fleksiyon (bacağın bükülmese, ekstansiyon (bacağın düz hale getirilmesi) ve biraz da rotasyondur (bacağın kendi ekseni etrafında sağa sola dönmesi). Fleksiyon hareketi 130°-150°dir. Ekstansiyon hareketi 180°dir.  İçe rotasyon 5-10 derece, dışa rotasyon hareketi ise 40-50 derece kadardır. Bu hareketlerde çeşitli hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan kısıtlanmalar, yürümeyi değişik derecelerde aksatır.
 

Çok miktarda ishal ile karakterize bir kalın barsak hastalığı. Dizanteri eskiden beri bilinen bir hastalıktır. İki ana şekli vardır; Basilli dizanteri ve amipli dizanteri, önceleri bu iki tip dizanteri birbirine karıştırılmıştır. Askeri hareketlerde, savaşlar esnasında, toplumların kötü beslenme şartları ve göç gibi sağlık kurallarına dikkat edilemeyen zamanlarda sık sık dizanteri salgınları görülmüştür. Basilli dizanterinin benzeri belirtileriyle seyreden amipli dizanteri 1859′dan sonra birbirinden ayırt edilmeye başlandı, I898′de Shiga, Japonya’da dizanterili hastalardan dizanteri basilini üretti. Şifa bulduktan sonra, bunların büyük abdestten kaybolduklarını tespit etti. Basilli dizanteri salgınlar yapabilmekte, amipli dizanteri ise tek tük vakalar halinde görülmektedir. Basilli dizanteri: Shigella grubu bakteriler tarafından meye dana getirilir. Tek tük vakalar halinde yurdumuzun her yerinde devamlı olarak görülür. Şartlar müsait olunca salgınlar da yapar. Dizanteri basilinin kaynağı insanlardır. Bulaşma; direkt temas ile veya su, besin Maddeleri ile dolaylı yoldan olur. Hastanın ellediği kapı tokmakları, çatal, kaşık, bardak, havlu ve helâ muslukları ile temas eden kimselere basiller direkt (vasıtasız) olarak geçebilir. Dizanteriyi hafif geçirenler; yatmaya ihtiyaç duymadan ayakta gezenler; hastalığı kolayca yayarlar. Bir insanda hafif hastalık yapan dizanteri basili, diğer bir insanda ağır bir hastalık tablosuna yol açabilir. Hastalığı hiç bir belirti vermeden geçiren, dizanteri taşıyıcıları da söz konusudur. Dolaylı bulaşmada besin maddelerinin mikropla kirlenmesi durumu vardır. Portör (hastalığı belirti vermeden taşıyan) satıcı, aşçı, garsonların ve diğer gıda ile uğraşanların basili bulaştırması ile ekmek, süt, su, salata, meyve gibi pişmeden yenen ve içilen maddelerden, hastalık amili kolayca alınmaktadır. Dizanterinin yayılmasında karasinekler de rol oynar. Dizanteri salgınları yaz aylarında çıkar: Denize dökülen lağımlardan gelen basiller ile plajlarda hastalığa yakalanmak mümkündür. Dizanteriye her cins ve yaştaki kişiler yakalanabilir. Çocuk ve yaşlılarda; herhangi bir hastalıktan yeni kurtulmuş veya bünye olarak zayıf olanlarda: dolaşım yetmezliği olanlarda; hamilelerde ve veremli olanlarda şiddetli ve ağır geçer. Belirtileri: Hastalığın kuluçka süresi, 36 gün arasında değişir. Kuluçka dönemini takiben ani olarak baş ağrısı, halsizlik, kusma, titreme ile ateş yükselir. Karın ağrısı ile birlikte ishal başlar. Sık sık helâya çıkılır. Büyük abdest içinde kan, balgam ve cerahat mevcuttur. Dışkılama karın ağrısını takip eden buruntu ile başlar, arkasından şiddetli ve ağrı ile barsak muhteviyatı dışarı atılır. Bazen hasta helâya dahi yetişemeyebilir. Dilin üstü paslıdır. Hastalık ilerledikçe dil şişer. Karın muayenesinde kalın bağırsaklar sucuk gibi ele gelir ve ağrılıdır. Ayrıca, mide bağırsak sindirim salgısında azalma olduğundan hazımsızlıkta ortaya çıkar. Bağırsakta gaz vardır. İdrar yaparken yanma, bazen durdurulamayan hıçkırık vardır. Tansiyon hastalığın 23. günü düşer, nabız sayısı artar. Çocuklardaki dizanteri daha değişik seyreder, sinir sistemi belirtileri fazladır. Huzursuzluk, durgunluk, havale ile seyreder. Su kaybı belirtileri çoktur. Dışkıda balgam boldur. Dışkı yeşil renktedir. Dizanteri erişkinlerde 1015 gün sürer. Müzminleşen dizanteri ise gelip geçici şifalarla senelerce sürebilir. Uygun bir tedavi ve rejimin yapılmaması ve basilin hususiyetlerine bağlı olarak dizanteri müzminleşebilir. Müzmin dizanterinin iki şekli vardır: Dispeptik müzmin dizanteri (Büyük abdestte kan ve balgam kaybolduğu halde ishal devam eder. Besinlerin hazmedilememesi söz konusudur. Büyük abdest oldukça fena kokuludur) ve kolit ülseroz (hazımsızlığın devamı ve tedavisiz kalması sonucunda meydana gelir. Kalın bağırsakta ülserli ve kanayan noktalar vardır).
Komplikasyonlar (hastalığın seyrinde ortaya çıkabilen durumlar): Makat çevresi apseleri, prolapsus ani (makatın dışarı çıkması), mesane iltihabı, dizanteri romatizması, göz kapağı mukozasının iltihabı (konjuktivit), idrar yolu iltihabı ve kaslarda felç (nadir de olsa) görülebilir. Dizanterilerde ölüm oranı %510 arasında değişir. Çocuk ve yaşlılarda fazladır. Türkiye’de dizanteriden ölüm oranı, batı ülkelerine göre daha düşüktür. Dizanteri tipik belirtileri ile kolayca tanınır. Fakat amipli dizanteriden klinik belirtileri ile ayırt edilemez. Kesin teşhis, büyük abdestten kültür yaparak dizanteri basilini üretmekle konulur.
Tedavi: Hasta, yatak istirahatına alınır (hastahanede yatırmak en uygundur). Sıcak su torbası veya kavrulmuş kepek, temiz bir bez torba içine konularak karnına tatbik edilir. Önce beslenmesi ayarlanır. Az şekerli çay, kızarmış ekmek, pirinç suyu, yağsız pirinç çorbası, az şekerli nişasta peltesi verilir. Posa bırakan gıdalar verilmez (sebze, meyve gibi). Midede azalmış bulunan hidroklorik asit, limonata şeklinde veya özel ilaçlarla tamamlanır. Yemekten sonra, sindirim enzimleri ihtiva eden ilaçlar verilir. Yiyebilen hastalara, ekşi elmaların rendesi faydalıdır. Şiddetli ağrılara karşı karın üzerine sıcak su torbaları ve termofor koymak iyi gelir, geceleri ilaç verilir. İshal azalıp büyük abdest şekillenmeye başlayınca ızgara köfte, pirinç ve patates püresine geçirilir. C, K ve B vitaminleri de tedavide ilaç olarak en mühimi, direk olarak basil üzerine etkili olan ilaçlardır. Bunlar arasında; tetrasiklin, kloramfenikol, sulfamidler ve streptomisin sayılabilir. Serum fizyolojik ve glikoztonik verilir. Bu ilaçlar, mutlaka bir doktorun denetiminde kullanılmalıdır.
Korunma: Hastalar, sağlamlardan ayrılır. Büyük abdest dezenfekte edilmeden helalara dökülmez. Dizanteri nekahetleri ve taşıyıcıları besin maddeleri işçiliğinden muaf tutulur. Sular klorlanır. Sütler iyi kaynatılır veya pastörize edilir, çiğ sebze ve meyveler, temiz ve bol su ile yıkanır. Salgınlar esnasında çiğ sebze ve meyve yememelidir. Besinler kara sineklerden korunmalı, el temizliğine itina göstermelidir. Korunmada yaygın olarak kullanılan bir aşısı yoktur.
Amipli Dizanteri: “Entemoeba histolytica” ismi verilen bir amip tarafından meydana getirilen dizanteri şeklidir. Bu amip, insanlara ait bir parazittir. Bunun bir canlı, hareketli şekli, bir de kist şekli vardır. Tabiatta ancak kist şeklinde bulunur. Amipli dizanteri tropik ve subtropik iklim bölgesinde yaygındır. Birinci Dünya Savaşı’nda Mısır’daki kamplarda esir kalan er ve subaylarımızla yurdumuza gelmiş ve Anadolu’nun soğuk sıcak her bölgesine yayılmıştır. Amibin kaynağı insanlardır. Canlı şekli dayanıksız olduğundan, bulaşmada önemli değildir. Bulaşmada dayanıklı olduklarından kistler rol oynamaktadırlar. Sulara, çiğ yenen besinlere karışarak hastalığa yol açarlar. Hastalığın bulaşmasında karasineklerin de rolü büyüktür. Amipli dizanteri tek tük rastlanan bir hastalıktır. Basilli dizanteri gibi salgınlara yol açmaz. Ağızdan alman kistler, doku içinde ilerler, bağırsakta ülserlere neden olur. Amipler bazen toplardamar (Karaciğer kapı toplardamarı) içine girerek karaciğere ulaşır, neticede apselere yol açar. Kan yoluyla ulaşıp, diğer organlara da apse yapabilir. Had amipli dizanteri genellikle kistler alındıktan 810 gün sonra ortaya çıkmaktadır.
Belirtileri: Belirtilerin derecesi iklime, kişinin bünyesine ve amibin cinsine göre değişiklikler gösterir. Had amipli dizanteri, hastalığın klasik şeklidir. Belirtiler basilli dizanteriye benzer. Farklı olarak, bunda genellikle ateş yoktur. Kısa zamanda zayıflama ve kansızlık görülür. Ancak bağırsakta gelişen diğer bir enfeksiyon veya karaciğer apsesi gibi bir komplikasyon olursa ateş yükselir. Hafif belirtiler ve nöbetlerle tanınmayan amipli dizanteriler ile had safhadayken yeterli tedavi görmeyen veya müdahale edilmeyen vakalar müzminleşir.
Komplikasyonları: Bağırsak kangrenleri, barsak kanamaları ve delinmeleri, bağırsakta kanser gelişimi, hepatit (karaciğer iltihabı), karaciğer apsesi ve diğer organ apseleri sayılabilir. Amipli dizanteri; ishal yapan diğer hastalıklarla ve en çok da basilli dizanteri ile karışır. Kesin teşhis; büyük abdestten (tazeyken alınan) bir parçanın mikroskopla incelenip, amiplerin görülmesiyle konur.
Tedavi: En mühim ilaç emetindir. 0,06 g emetin günde bir defa yapılarak on gün devam edilir. Chloroquine, metronidazol de etkilidir. Tetrasiklin ve hidroksikinolinler grubundan ilaçlar uygulanır. Diğer hususlar basilli dizanteıide olduğu gibidir. 48 saat sulu yiyecekler verilir. Süt verilmez. Üçüncü gün komposto, püre ve haşlamalar verilir ve 10 gün devam edilir.

Depresyon

Bir üzüntü, kararsızlık ve içe kapanıklık hali. Bugün psikiyatrisiler melankoliyi reaktif depresyon ve endojen depresyon olarak ikiye ayırırlar. Reaktif depresyon, kayıplar, felaketler, hastalıklar neticesinde görülür. Endojen depresyonun sebebi fizyolojik olarak kabul edilmektedir. Depresyon bir kayba karşı reaksiyon olabilir. Böyle bir halde; mesela sevilen birisinin ölmesi neticesinde görüldüğünde normal bir cevaptır. Fakat eğer ortada bir şey yokken hasıl olursa veya sebebi olsa bile çok aşırı olursa bir zihin hastalığı olarak kabul edilir. Depresyonda düşünme bozuklukları olmayabilir. Bazı hastalarda ise hezeyanlar ve gerçek çevreden kopmanın diğer alametleri görünür ki psikotik hastalıklara kayma vardır. Endojen depresyon, çeşitli şekillerde zuhur eder. Ajitasyonlu depresyon denilen melankolide, kıymetsizlik hisseleri ve ümitsizlik olduğu halde, hasta hareketli ve konuşkandır. Manik depresif psikozda, depresyon safhasında hasta bitkindir ve ümitsizlik hisleri ve hayali kusurların suçluluğunu üzerinde hissetmek hezeyanları mevcuttur. O kadar çökebilirler ki komadaymışçasına, kendilerine acı verici dozda müdahale edilse bile cevap vermezler; yemekten ve hareketten uzaktırlar. Depresyonlu hastaların beyinlerinde, tabii olarak mevcut özel proteinlerin metabolizmasının anormal olduğu keşfedilmiştir. Hücre içi sodyum artmış, hücre içi potasyum ise azalmıştır. Melankolinin tedavisi için bulunmuş ilaçlar vardır. Bunlara antidepresan ilâçlar denir. Elektroşok tedavisi de faydalıdır.

Bugün 4 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol